Deli Büyücü Kadın Anne Sexton

DELİ BÜYÜCÜ KADIN ANNE SEXTON



Dilek DEĞERLİ


Düşündüklerini, hissettiklerini ve o zamana kadar tabu sayılan konuları doğallıkla, yapmacıksız yazan, düş gücünün sınırları olmayan, o keskin parlak deniz gözleriyle tüm evrenin derisini soyup içini gören olağanüstü bir kadın, kendi deyimiyle “deli büyücü kadın”dır, Anne Sexton.


Anne Sexton 1928’de Massachusetts’in Newton kasabasında doğdu. Anne’in annesi de babası da alkolizmle savaştılar. Annesi çocuklarına karşı ilgisizdi, babası ise sözle saldıran, küfür eden seksüel olarak da O’nu taciz eden biriydi. Şiirlerindeki sancılı, kötü insanlar çoğunlukla aile bireyleridir. Ailesini “düşmanca” diye nitelendirdi. Anne Sexton’un depresif ruh halinin, alkolik olmasının özünde aile yaşamının büyük bir payı olsa gerek. 1945-1947 yılları arasında Rogers Hall adlı bir yatılı okulda okudu. İlk şiirlerini burada yazdı. Ama annesi Anne’i başkalarını kopye etmekle suçlayınca yazmayı bıraktı. 1948’de Kayo Sexton’la evlendi. Kayo, Kore’ye gidince Anne bir ajansta modellik yaptı. 1953 yılında Linda, 1955 yılında Joyce isimli iki kız çoçuğu dünyaya getirdi. Her iki çocuğunun doğumundan sonra da depresyona girdi ve terapiye başladı. Kocası Kayo sürekli seyahat eden bir satıcı idi. Anne ilk çöküşü 1954 yılında yaşadı, sevdiği teyzesi Nana ölmüştü ve ikinci çöküşü de 1955’te yaşadı. İntihar denemeleri yaptı, alkolikti. Anne Sexton, kendisine şiir yazmayı öneren Dr. Martin Orne ile tanıştı. Ve Boston Üniversitesi’nde John Holmes’un öğretmenliğiyle şiirlerini yazmaya başladı. Orada tüm yaşamı boyunca arkadaşı olacak Maxine Kumin ile tanıştı. Şiirleri The New Yorker, Harper’s Magazine ve Saturday Review’de yayınlandı. 1957’de Robert Lowell’ın öğretmen olduğu bir şiir seminerinde Sylvia Plath ile tanıştı ve arkadaş oldular. Söylentilere göre aşık oldular. 1960 yılında Sexton’un ilk kitabı To Bedlam and Part Way Back (Akıl hastanesine kısmen dönüş) yayınlandı. 1960’ların sonunda hastalığı işini etkilemeye başladı. Buna rağmen yazdı ve ikinci kitabı All My Pretty Ones (Tüm Sevdiklerim), 1962’de yayınlandı. Aynı yıl Levinson şiir ödülünü aldı. Sexton, 1963’te Plath’ın intihar etmesinden sonra “Slyvia’nın Ölümü (Slyvia’s Death) adlı şiiri yazdı. Plath’a çok arzuladıkları ölüme kendinden önce gittiği için kızgındı;


Hırsız-
Nasıl yerde süründün,
sürüklendin aşağıya tek başına
çok feci şekilde istediğim ölümün içine ve o kadar uzun zamandır
içine sığmadığımızı söylediğimiz ölüme


1966’da intihar girişiminde bulundu. Hiçbir zaman bitiremediği bir romana başladı. Aynı yıl Live or Die (Yaşa ya da Öl) adlı kitabı yayınlandı. 1967’de Sexton, Live or Die (Yaşa ya da Öl) kitabıyla Pulitzer Şiir ödülünü aldı. 1968’de “Anne Sexton and Her Kind” adlı bir rock grubu kurdu. Kendisinin de tedavi gördüğü Mc Lean Hastanesi’ndeki hastalara şiir dersleri verdi. 1969’da Love Poems (Aşk Şiirleri) adlı kitabı yayınlandı, yazdığı Mercy Street (Merhamet Caddesi) oyununda çalıştı. 1970’de bir intihar denemesi daha yaptı. Çantasında her zaman bol miktarda uyuşturucu, uyutucu haplar bulundururdu. 1971’de düzyazı şiirlerinden oluşan Transformations (Dönüşümler), 1972’de The Book of Folly (Akılsızlığın Kitabı) adlı kitapları yayınlandı. 1973’te Kayo’ya boşanmak istediğini söyledi.Yalnız kalması duygusal karışıklıklarını, depresyonunu, alkolikliğini iyice tetiklemişti, bu yüzden tedavi gördü. Birçok psikiyatristle ve diğer erkeklerle aşk ilişkisine girdi. 1974’te The Death Notebooks (Ölüm defterleri) adlı kitabı yayınlandı. Son kitabı The Awful Rowing Toward God’ı (Tanrıya Doğru Korkunç Kürek Çekiş) yazmaya başladı. Anne Sexton, 4 Ekim 1974’de Maxine Kumin ile öğle yemeği yedikten sonra, havanın soğuk olmamasına rağmen annesinin eski kürk mantosunu giydi, garajına gitti, arabasını çalıştırdı, radyoyu açtı, karbon monoksit gazını soluyarak çok istediği ölümün yanına gitti. Sexton, Ölümü İstemek şiirinde intiharla ilgili şunları yazmıştı bir zamanlar:


Ama intiharın özel bir dili var.
Marangozlar gibi onlar hangi alet çalışır bilmek isterler.
Neden yaptıklarını hiç sormazlar.


Anne Sexton’un üç yüz saatlik terapi kayıtlarını psikiyatristi Dr. Martin Orne’in biyograf Diana Wood Middlebrook’a dinletmesi etik anlayışa ne kadar sığdığı tartışılır. Middlebrook, Anne Sexton hakkında bir biyografi yazdı. Sexton’un akrabaları bu biyografiye karşı çıktılar. Babasının seksüel olarak Anne’i kullanmasını ve büyük teyzesi Nana’nın erotik sürtünmeler uyguladığını yalanladılar. Yeğenleri, “Başkalarının güller gördüğü yerde Anne, kan pıhtıları gördü.” diye yazdılar. O kayıtlardaki Anne’in anlattıkları gerçek miydi yoksa depresif dünyasının düş ürünleri miydi? Anne Sexton, bir keresinde psikiyatristine “Önemli olan babamın kim olduğu değil, O’nu nasıl anımsadığımdır” demiştir.


O’nu özellikle feministler “kadınların şairi” ve çağdaşları “itirafçı şair” diye nitelendirirler. Ben bu iki tanımlamanın da O’na uymadığını düşünüyorum. Çünkü O yalnızca gerçekleri değil, gerçeklerin ardındaki duyguları, düş dünyasıyla bağlantılarını, tükenmiş yaşamları, Tanrı’yı, ölümü, metaforları o keskin, çarpıcı imgeleriyle, zekice oynadığı dil oyunlarıyla kotarıp dışa vurmayı başarmıştır. Lois Ames, Sexton için şunları yazar: “İntihar eden bir şairden daha fazlaydı. Bir itirafçı şairden daha fazlaydı. Şiirleri putları kırdı.Yeri yardı, tarlaları sabanla sürdü ve tohumları ekti.” Kendini Tanrı’nın yerine koyar, meleklerle arkadaşlık eder, kendi tabutunu yaptırıp içine girer, rahimdeki bir fetüsün neler yaşadığını düşünür, odasındaki eşyalara anlamlar yükler, müziğe aşkını, düş dünyasındaki hayaletlerini ve daktilosunun inandığı Tanrı’yı yazar. O, maskelenmiş gerçeği arıyordu. Sexton bunu şöyle açıklıyordu: “Gerçeği arıyorum. O, bir çeşit şiirsel gerçek olmalı ve yalnızca bir olay değil, çünkü sizin başınıza gelen her şeyin arkasında başka bir gerçek vardır, yaşam sır dolu.” Büyü adlı şiirinde kendini şöyle anlatır;




Çok fazla hisseder yazan bir kadın
bu kendinden geçişleri ve kehanetleri!
Bisikletler ve çocuklar ve adalar
yeterli değildiler sanki; yas tutanlar ve dedikoducular
ve sebzeler asla yeterli olmadılar sanki.
Yıldızları uyarabileceğini düşünür.
Bir yazar özellikle bir casustur.
Sevgili aşk, ben o kızım.


Şiirlerinde çok derinden duyan, düşünen, zekâsının ve düşlerinin yarattığı esrarengiz bir zenginliğin atmosferinde yaşayan bir Anne Sexton’u görüyoruz. 1966’da yazdığı bir mektupta bu zenginlik hakkında şöyle der; “kanser gibi vahşice aşkla koşar”. “O, olağanüstüydü, kanatları olan bir balıktı” der Diana Hume George. Sexton, şiirlerinde olduğu gibi kendi yaşamında da tehlikeyi sever, cesurdur. Anne Sexton, Kötülük Arayıcıları şiirinde tehlikenin ve kötülüğün de öğrenilmesi gerektiğini vurgular



günün farkına varmadan önce
insan geceyi görmeli,
iyice dinlemeli insan içindeki hayvanı,
yürümeli insan bir uyurgezer gibi
çatının kenarında,
bedeninin bir parçasını fırlatmalı insan
şeytanın ağzına.




Lance Morrow, Anne Sexton için şunları yazar: “Anne Sexton, bir acıydı, gerçekte, fiziksel anlamda. Her büyük aile bir ya da iki acıya sahiptir: Bir gökkuşağı gibi renkleri olan yalancı, orta yaşlı bir çocuk. Ama acı, bir yolunu bulup Sexton’ın durumunda, mucize ile karıştı, O’nun kırk beş yıl sağ kalma mucizesi, kötü bir yedek çekiliş gibi O’nu çeken şey ve şiirlerinin mucizesi– altına gitmeden önce sahile doğru yüzdürdüğü karanlık, zeki nesneler.”


Sylvia Plath, her zaman ölü elleri, ölü sertliğini anlatır. Sexton her zaman öyle değildir. O aynı zamanda şiirlerinde küçük kızın annesi, aşık kadın, çocuk, gençtir de.Yaşamın büyülü, saf, eğlenceli yanını da anlatır. Babasının mezarına girip yanına uzanan, bedeninin bir parçasını şeytanın ağzına fırlatan, ölümün şerefine içen sanki aynı Sexton değilmiş gibi. Sexton’ın şiirlerindeki küstahlık doğrudan Robert Lowell’ın Life Studies’ini ve Sylvia Plath’ın Ariel’ini etkilemiştir. Anne Sexton, Lowell’dan daha savunmasız, daha kolay incinebilir bir kişilikteydi, Plath’den daha az alegorikti. O sizi odasına, mutfağına, arabasına, hastane odasına, her yere sürüklerdi. Sylvia Plath’ın güncelerinde as kısaltmasıyla 1959 baharından sonra Anne Sexton ismine rastlanmaya başlanır. Hatta Plath güncesinde Electra adlı şiirini kitabına koymamasının nedeninin Sexton’un şiiri olduğunu, O’ nun asla kendisi gibi zorlayarak yazmadığını, çok dürüst ve rahat bir tarzı olduğundan O’na gıpta ettiğini yazar. Sexton, Sinderella, Kurbağa Prens, Hansel ve Gretel gibi masalları modernize edip, geçerli kültürün eleştirisini yapan şiirler de yazmıştır. Sexton, kürtajın konuşulmadığı bir zamanda Kürtaj (Abortion) şiirini yazmıştı. Uterus, adet kanaması, mastürbasyon, ensest ilişki, zina, intihar gibi konularda şiirler yazmasına bazı okuyucular tepkiler gösterdi. Ve bazı çevrelerce ise feminist şiirin ilk temsilcilerinden biri olarak görüldü.


Diane Middlebrook Sexton’ın, bir şair olarak ortaya çıkış efsanesini yaşadığı psikolojik yıkımlara bağlıyordu: umutsuzluk batağından “yeniden doğuş.” Mildbrook’a göre Sexton’ın hayatını kurtaran şiir oldu. Anne Sexton, ölümle ilgili şunları söyler: “Hastanede ölmek istemiyorum – ya da bir şeyden korktuğumdan dolayı. Sylvia’nın ölümüyle çok büyülendim, ölme düşüncesi güzel. Kesinlikle sakat edilmeden: bakirelik bozulmaz da… ölmeyi seçerim. Uzaklaştırılan soluğa sahip olmak yerine – sakat etmeyle ilgili konuş! Annemle yaptılar bunu – ya da yaşam annemle ya da Nana’yla yaptı! Babam güzellikle ilgili bu şeye sahipti, fiziksel güzellik bu – Uyuyan Güzel kaldı güzel.” Güzel ölüm dediğini Anne her gece aldığı uyku haplarıyla gerçekleştirdi, kendini Uyuyan Güzel yapan haplarla…


Erica Jong, Anne Sexton hakkında şunları yazar: “Anne Sexton bazen derisiz bir kadın gibiydi. O her şeyi öyle içten hissetti ki, günlük olaylar sıklıkla O’na dayanılmaz geliyordu. Acıyı süzme yeteneği azdı. Paradoks olarak şairi şair yapan da derisizliktir. Dil armağanına sahip olmalı insan doğal olarak ama bu büyük armağan diğer lanet şey olmazsa kullanışsızdır: çok keskin bakan gözler, onlar sık sık kapanmak isteseler de. Gözleri şaşırtıcı derecede mavi, şaşırtıcı derecede keskindi. Hiçbir şey kaçamazdı onlardan, her şeyi gördü ve dünyada en çok da gördükleri acı doluydu, acı içinde yaşadı. Acıda kısa aralıklar verdi, o aralarda şiirlerini yazdı. Ama bana öyle geliyor ki Sexton uyuşmadan bu dünyada yaşamanın, çok acı dolu olduğu için öldürdü kendini. O asla uyuşmaya sahip değildi, tüm küçük karşı çıkmalar, tüm savaş hileleriyle yaşamak her dakika katlanılmaz oluyordu O’nun için. Sözcük O’nu bir süre oyalardı. Şiir bitince kişi gene yalnızdır. Şair yalnızca şiir yazma süresince mutludur.”


Anne Sexton mektuplarında, “ İntihar bir mastürbasyon biçimidir!” diye yazar. Hastanede yatmadan, yaşlanmadan, sakat kalmadan istediği gibi müzikle, içkisiyle mutlu öldü, yazacakları bitmişti, öyleyse “yaşamı” da bitmeliydi. Şiirleri, hala beynimizi kemiren fareler, boğazımızda patlayan deniz, uyanıkken gördüğümüz hayaletler gibi etrafımızda yaşıyorsa, ölmeyeceğini bilerek yaptı bu mastürbasyonu Anne Sexton.




Kilitli Kapılar


Biçimleri sürekli olarak değişse de


bu kasabada oturan melekler için,


her gece soğuk patates ve bir kase süt


bırakırız pencere kenarına.


Cennette otururlar genellikle,


bu arada, gözyaşlarına izin verilmez orada.


Ayı itip kalkarlar


haşlanmış Hint patatesi gibi.


Samanyolu, onların dişi kuşudur


birçok çocuğuyla.


İnekler gece olunca yatarlar


ama ay, o büyük boğa,


kalkar ayağa.




Ama kilitli bir oda var orada yukarıda


açılamayan demir kapısıyla.


Tüm kötü düşleriniz onun içinde.


O cehennemdir.


Kimileri, şeytanın kapıyı


içeriden kilitlediğini söyler.


Kimileri, meleklerin dışarıdan kilitlediğini söyler.


Suyu yok içerideki insanların


asla izin verilmez dokunmalarına.


Çatlarlar şose gibi.


Suskunlar.


Yardım istemek için bağırmazlar


yüreklerinin kurtçuklarla kaplandığı


içlerinin dışında.




İsterim o kapının kilidini açmayı,


paslı anahtarı döndürmeyi


ve her düşeni kollarımda taşımayı


ama yapamam, yapamam.


Yalnızca burada yeryüzünde oturabilirim


masadaki yerimde.


Çev. Dilek Değerli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder