Yazmak

                                 Furûğ’a

Puhu kuşu bakıyor
gitgide yaklaşan gök tavanından
dille bilenmiş, gözü kapalı
kendini kesen bir bıçak
şiiri kesiyor mavisinden

Fışkıran sarmaşık,
çatlayan duvar,
peçesini atan gece
geliyorlar kurarak
sözcük iskelelerini.

Boyun eğmiyor şiir kaleme,
nehrin sesine koşuyor
beyazı kırık papatyalar,
ruhun dikenleri batıyor
kıvranan ateşe.

Damarlarımdaki yeşil ıslık
susturuyor anlamın çalgısını
sözcükleri boşaltıyor ağzından kuş
el yazıyor da yazıyor
bahçede büyüyen Fûruğ’un ellerine.

Dilek Değerli
Eliz Edebiyat, Kasım 2011, sayı 35
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)


Rüzgârgülü Kırıldı


Kapı yorgun,
kuyu boş,
magmada yara,
tetikte rüzgârgülü.
Bir tutam söz kırığı,
birkaç suskun kabuk
konuldu çekmeceye
çözüldü tutku sessizce
aktı merdivenden
kasları ayda uçuşan
beyaz bir akşam kuşu gibi.
Perde indi gözlerine aşkın,
kanatları topladı rüzgâr.
Gecenin dili kesik
hayatın kolları kırık
duramazdı fırtına kuşu
bahçenin ıslak kalbinde.                                          
Karabasan, gecenin üstünde
yalnızlığın tozunu alan
tüylü birkelebek.                                                                          
Üşüştü kurtlar kabuğa
delikdeşik ağaç
dayadı sırtını rüzgâra.
Rüzgârgülü kırılırken
yediveren açıyordu son gülünü                                           
kabuğunu soydu ağaç
ve ikiye ayrıldı
kurtlar aktı saçından köklerine.

Kar kokan bir esmerlikte
uykuya daldı, kırlara uzanan anılar.
Kabuğunu yaktı kaplumbağa.

Dilek Değerli
Şiirsaati, Ocak, Şubat, Mart 2011
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)





                                                                     



Ateş ve Su


İstiridyeyi evren sayan
inci kadar bakirdir
dehlizinde uyuyan yangın,             
pörsütülen hayata sürgün,
kendine seferber
atlıkarınca dönüşünde.
Aşkın neon ışıkları delince
içindeki taşocağını
hüzün yıldırımı yarınca bulutları                              
zırhından çıkar
kaya suretindeki sabır.
Ama hayat duvarında kilitli
ölümün çıplaklığı.
Kenarlarını göremediğimiz
üstümüzdeki örtü mü zaman?

Şiirin dilinde tüy bitmişse
aşkın külleri de üşümüşse,
kırmızı bile secde ediyorsa
suyun karşısında,
duvardan çıkar da ölüm
giyiniverir solan kalbin kanını
geride ne hayat ne aşk.
Bilinmez bir mevsimin
uğultulu, sınırsız ve
alacakaranlık bahçesinde
upuzun uçuk mavi bir uzanış,
sessiz bir zamansızlık,
çiçekte kadife,
toprakta bulut,
uzayda beyaz bir iz.

24.3.2010
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)



Değişim


Siste kaybolur ay,
geceyi yutar sis,
sallanır gökyüzü
kentlerin böğürtüsünde
küldür artık denizin kumu.
Boyaları kuruyan acının resmi
duvarına asılır kalbimin,
küf kokusu gelir bazen
acının koltukaltından.
Resmin tozlarını uçurur zaman
durgun bir gölün turkuvazına.
Evsiz barksız bir sokak köpeği,
hırpani artık tutku, kaldırımlarda.

İçimdeki konuşan kuş,
şeytan avcısı,
korku kapısını bekleyen yılan
yeni bir sokak açarlar
kuzey yıldızının karanlığında
yıkanır acı, uzayan boyunların
kuğulaşan ay kuyusunda.
Kollarını koparır örümcek
gene de yok olmaz küf yeşili
yapışır içimdeki yosuna,
ruhun ipek tüylerine
yüzsüzce ve sırsız.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği'nden)

                                          



Hiçlik


Morarınca beyindeki avlu                                                         
öldürünce kalp, çiçeğini                                           
hiç kimse olmalı insan
bedensiz, dilsiz, evsiz.
Yaprağın damarlarında su olurum
bulutun koynunda pamuk
ağacın toprağa düşen gölgesi.
Zamanın kanatlarını keserim
dehşetin en masum eliyle.
Uykuyu zehirlerim sessizce
bir düş katili gibi.
Eritirim vampir anıları
kızgınlığın çöl güneşiyle.
Hiçin merdivenleri yükselir
noktayım, tozum, köpüğüm
sese dokunurum susar,
kokuyu çağırırım,
gelir yapışır her zerreme.
Zaman dayanamaz durmaya
takma kanatlarını takar uçar.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği’nden)