Rüzgârlı Kadınlar


Güneşten saklanan odada
kağıt mağarama çizerken
düş  meltemiyle yüzen adayı
Sylvia bir kaplan suretinde atlar
çakıl taşıyla dolu fanusun üstüne
cam kırıkları birleşip süte dönüşür
boz bulanık perdede iki küçük ağız
iki pembe Şubat balığı uyanır.

Yürürüm bazen de kayarım
şeytan örümceğinin ip yollarında
bulut bahçesinin papağanlarıyla Frida
Furûğ’un ellerini boyar
şiirin sekizinci rengiyle.

Bir kasırganın yelesinde girerim                      
çamurdan bir odaya
masada Camille’in heykel kalbi
camdan bir yaprak şeklinde
üstünde ateş dikeni
yıkmaya gideriz Rodin müzesini.

Düşerim hep suya hep
yapışırım deniz altı rüzgârına
deniz fenerini geçerken
iner suya Virginia
bir taş verir cebinden üçgen
üstünde kazınmış kara bir cümle
kaybolurum taş dilinde.

Dilek Değerli

Gelgit


Yapraklar silkelenir bellekte
çökünce sis, kimsesizlik göğüne.
Tavandaki kanca bakar çocuğa
kancaya asılan kulağı
uzadıkça uzar, uzar yıllarla.

Kuşlar suskun
ormanın kesik boynunda
aynasını yitirmiş yabani tanrının
gözyaşları akar saçlarına.
Yeryüzünün dibinde unutulan ateş
yürür ölünün oyuklarına.                    

İnceden kanasa da ömür kendine
çardak, leylak ve toprak
güneşte kedi uykusu,
şarkısını bulan karınca                       
tırmanır asırlık çınara
bakışı aşktan köz.

Şarkısını yitirme korkusu
yutsa da bazen dudaklarını
kanı yasemin kokar,
dört yapraklı kalbi
uzun koridorlu bir trende gelgit.

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)

Kırık Ayna


                                             Zihinsel engelli çocuklar ve annelerine…

Denizime konan kuşlar kadar bembeyaz,
doludizgin koşan bir düş cesaretiyle doğdun,
hayat merdiveninden düşerek, oğul.
Korku bilmez melekler gezegeniydi gözlerin,
bu yerçekimsiz mermer yolun başında
gökyüzü söküldü bulutlarından                               
dünyayı fırlattım uzayın dışına                         
çizildi içimin sırları.
Çığlıklarla yırtarken sen hayatı                           
delik deşik ediyordu kalp duvarımı                       
sokaktaki yaydan fırlamış bakışlar.                         
                                                                              
Bir volkanın ağzına düşüp her gece
çaresizliği yakıyorum kan revan.
Bazen ağaç oluyorum turkuvaz bir gölde
bazen de senin ağlarını toplayan bir karayel.
Taş taşa dayanmış oturur
kanımdaki sızlayan ırmakta
hep girdap, hep devedikeni…
Şarkılar sana da iğreti geliyor mu?

İçime sığdıramadıklarımı
kanasam kana kana
bir karkuşunun dağında ya da
dev bir şeytan minaresinde
o zaman bıçak suyu keser yalnızca.
Birleşir mi kırılan ayna?
Yok olur mu taşlar aşına aşına?
Aldırma Pamuk Prens, sen gezin bulutunda
taşıyacağım düşürdüğün kanatları.

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)                                      

Karda Ölüm Müziği


 
                 Eski bahçeyi sever ölülerin sessizliği
                                                Georg Trakl
 
Bir üçgenin ortasında
hicaz bir şarkının mihenk aşkına
yaslanıp durur uzun bir ‘an’,
paslanmış trenler çarpar göz duvarına
baykuşlar uzun dürbün bakışlarla
iz sürerler bilinmeyen bir yolda.               
                                                  
Toprağın silkelenişi,
sokakların dağ oluşu
kaldırımlarda yatan parmaklar…           
Gecenin kalbi çöker suya
cinsiyet değiştirir orfozlar
vurulmuş rüzgâr kendini savurur
denizden dağa, dağdan denize
dallarını gövdesine dolayıp
kıvrılır içine ağaç, kirpi korkusunda.
 
Cazın zenci gırtlağında
denizin derin çarşafı yarılırken
bir uzun hava yanar karlı ovalarda
çığlığı derin bir suya kilitli.
Aynaları kırık yüzler notalarla kaçar
hayat kafesinden kışın kefenine
kuşlarının ardından uçar ağaç.           

Dilek Değerli
( Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)
 

Bahçeye Çıkış

                            
                               Biz gerçeği bahçede bulduk.
                                                           Furûğ

                    
Birleştirince kırık parçalarını kabuğumun
kendi yüzüme döndüm,
delik deşik kadavra oldu anılar.
Mahkeme çıkmazıydı
doğduğum sokağın adı,
bir buluta saklanır gibi
girerdim masa damlı evime.
Gençliğin dört yapraklı odasında
biriktirdiğim düş çıralarıydı
tutuşturan asi rüzgârlarımı.
 
Bir kaplumbağa büyüttüm
kabuğumun altında esmer
ateş fanusu düşse de zindanımdan   
kendi ateşimde yürüdüm
o cehennem bakışlı şehrin
vişne çürüğü dudağını öpmeden.
Korkuyu söndürdüm damarlarımda,
kokmuyor artık kokarca.

Kırdım saatleri sonunda
çıkardım kaplumbağayı
otların kadife sessizliğine
parmaklarım arsız nane kokusu
ateş böceği yağmuru başımda
girdiğim şiirden munis bir bahçe.      
 
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)