ŞİİRİN VE AŞKIN IŞIĞI
FURÛĞ
Yok oluşa direnmenin, benliği
ölümsüzleştirmenin tek yolu olarak gördüğü sanata kendini adayan Furûğ
Ferruhzâd, gül, bülbül ve şiir
ülkesinin çağdaş şiirinin en önemli şairlerindendir. İsminin anlamı gibi
ışıktır, yıldızların ateşiyle dolu, yıldızlardan yüksekteki şiir evinde
parıldayan. “Tüm varlığım benim karanlık bir ayettir “dese de.
Şiirle küçük yaşlarda tanışır. Okumayı seven
babası evlerini adeta bir kütüphaneye
dönüştürür. Furûğ, ondört yaşındayken birçok gazel yazar ama
onları yetersiz bulduğu için hiçbir zaman yayınlamaz. Şiir onun yaşam biçimi,
varlığının göstergesi ve özüdür. “Bana göre şiir, ona yaklaştığımda kendi
kendine açılan bir penceredir. Yanında oturuyorum, bakıyorum şarkı söylüyorum,
bağırıyorum, ağlıyorum… Pencerenin öte yanında bir varlık olduğunu; orada
birinin iki yüz, üç yüz yıl sonra yaşayacak birinin beni dinlediğini biliyorum.
Şiir geniş anlamıyla ‘varlık’a bağlanmak için bir araçtır.” Şair olmak aynı
zamanda insan olmaktır onun için. İlk şiirlerinde içgüdülerine uyarak yazar ama
zamanla sanat yapıtının bilinçle yüklü olması gerektiğine inanarak yazmayı
sürdürür. Özel sorunlara evrensellik kazandıranın, şairin sahip olduğu dünya görüşü
olduğunu düşünür. İran’ın tutucu, ataerkil, erkek egemen toplumunda yaşayan bir
kadın duygularını, aşklarını, acılarını, çevresindeki koşulları, yalnızlığını, şiirlerinde
özgürce yazar. Furûğ’un hayata bağlanmasında şiir kadar önemli bir etken de aşktır.
Aşkını o kadar tutkuyla yaşar ki;
öyle doluyum ki seninle
kendimden
döküleceğim toz gibi
bastığın
yere baş koyacağım usulca
uçarı
gölgene asılıp kalacağım
(Çeviren;
Makbule Aras)
dizelerinde olduğu gibi aşık olduğu zaman yaşadığı tutku,
adsız bir çiçeğin utangaç bakışı, aya doğru koşan bir ağustosböceği sesi, altın
renkli bir bulutun yatağı, fildişi bir köşktür sanki. Gönlü bir buluttan yağan
yağmur gibidir.
Aşkın hem ruhundaki hem de bedenindeki yarattığı
değişimleri, cinselliğini korkusuzca ve mistik bir ruhla şiirleştirir;
Arzu alevlendi gözlerinde
kırmızı şarap raksetti kadehte
tenim o yumuşacık yatakta
kendinden geçerek titredi onun göğsünde
(Çeviren;
Makbule Aras)
Furûğ, baskıcı bir toplumda özgür bir kadın olarak yaşama
zorluğunun, aşklarının ve oğluna duyduğu özlemin sonucu kederini, hüznünü, yalnızlığını bir çok şair
gibi geceyle, karanlıkla özdeşleştirir;
orada, gece boyunca
kara dallardan aşağıya
keder dökülüyordu
kendinden kopup
seni çağıran birinin üzerine
hava, enkaz gibi çöküyordu.
(Çeviren; Makbule Aras)
hüzünlü, küçük bir peri tanıyorum ben
okyanusta yaşayan
ve yüreğini ahşap neyinde
usul usul çalan
hüzünlü, küçük bir peri
geceleri bir buseyle ölen
gün ağarırken bir buseyle yeniden doğacak olan
(Çeviren; Makbule Aras)
Şiirlerinde kadın sorunlarını da ele alır. Kadınların
ayrımcılığa uğramasına şiddetle karşı çıkar. Toplumda gördüğü tutarsızlıklar,
çirkinlikler, baskılar, ailesi, çocukluğu da şiirine konu olmuştur. Annesi ev
hanımı, dindar ama o dönem için ilerici bir kadındır. Babası albay, milliyetçi,
disiplinli ama okumayı seven biridir. Furûğ,
İçim acıyor bahçeye adlı şiirinde annesinin dindarlığını,
tutuculuğunu öylesine güzel dile getirir ki;
annenin bütün hayatı
cehennem korkusu eşiğine serili bir seccadedir
anne her şeyde günahın ayak izlerini arıyor
ve bahçeye de bir bitkinin küfrünün bulaştığına inanıyor
anne bütün gün dua ediyor
anne doğuştan günahkar
(Çeviren; Makbule Aras)
Neşeli, hırçın, çılgın görünmesine karşın sık sık hüzün ve
yalnızlık içinde bunalıma girer, intihara yeltenir ama şiir her zaman onun
kurtarıcısı olur; “Ve bu benim/ Yalnız bir kadın/ Soğuk bir mevsimin eşiğinde”,“Benim
için şiir ona varınca rahatça içimi dökebileceğim bir arkadaş gibidir. Beni
incitmeden tamamlayan, hoşnut eden bir eştir.” “Benim şiire duyduğum
saygı, inanmış bir insanın dinine duyduğu saygı gibidir. Sadece yeteneğe
güvenmemek gerektiği kanısındayım. İyi şiir söylemek bilimsel bir buluşun
gerektirdiği özen, çaba ve emek kadar zordur.”
Füruğ Münih'ten babasına yazdığı bir mektupta sıradan bir
insan olmadığını anlatır:
"… Benim en büyük derdim sizin beni tanımamış
olmanızdır; hiçbir zaman da tanımak istemediniz ve belki de hâlâ siz benim
hakkımda düşündüğünüzde, beni uçarı, aşk romanları ve Tahran Müsavvar
dergisinin öykülerinden dolayı kafasında aptalca düşünceler oluşan bir kadın
olarak biliyorsunuz. Keşke öyle olsaydım ve mutlu olabilseydim. İşte o zaman
dünya küçücük bir odacık olurdu ve ben, dans partilerine gitmekle, güzel ve şık
elbiseler giymekle, komşu kadınlarla çene çalmakla, kaynana ile dalaşmakla ve
kısacası pis ve anlamsız binlerce işle yetinirdim ve daha büyük ve daha güzel
bir dünyayı tanımazdım; bir ipekböceği gibi kendi kozalarımın sınırlı ve
karanlık dünyasında kıvranarak büyürdüm ve hayatımı sona getirirdim. Fakat ben
böyle yaşayamazdım. Ben kendimi bildiğim andan beri, benim başkaldırım ve
isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve
istiyorum. Ben, bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında
bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi
yaşayamam. …"
Her şairin
sıklıkla kullandığı özel sözcükleri vardır. Furûğ’un şiirlerinde bahçe, yıldız,
rüzgâr, ağustosböceği, akasya, kuş, uçurtma, gece, pencere, ayna sözcükleri en
çok karşılaştığımız sözcüklerdir. Şiirlerinde sıklıkla kullandığı bahçe,
çocukluğundan geriye kalan bir mekan, anılarının olduğu kadar yaşadığı
aşkların, duygularının da yatağı, bir tür gizli cennetidir sanki;
herkes biliyor
herkes biliyor
simurgların sessiz ve soğuk rüyasına yol bulduğumuzu
gerçeği bahçede
adsız bir çiçeğin utangaç bakışında
ve ölümsüzlüğü
iki güneşin birbirine bakıp daldığı
sonsuzluğun bir anında bulduk biz
(Çeviren; Makbule Aras)
Pencere de Furûğ’un şiirinde dışarıdaki dünyayla arasında
hem onu koruyan hem de dışarıyla bağlantı kurmasını sağlayan önemli bir
araçtır, gerçekte şiirin kendisidir;
ah bırak bu açık pencereden
rüyaların ipekleri üzerinde uyuyarak
ışıltılı bir kanatla uçayım
dünyanın hisarlarından
geçeyim
(Çeviren; Makbule Aras)
Zengin bir aileden gelmesine
rağmen seçmiş olduğu yaşam biçimi sonucu kötü koşullarda yaşadığı olur. Her kışı
yakacak alacak parası olmadığından hasta olarak geçirir. Parası olunca da bir
kısmını ilaç parası olarak cüzamlılara ya da öğrencilere burs olarak verir.
Tahran'da bir albayın ve yarı asil bir annenin kızı olarak 5
Ocak 1935’de doğan Furûğ, ergenlik döneminde kız sanat okuluna devam ederek
orada biçki nakış, resim gibi alanlarda eğitim alır. İlk şiir kitabını 16
yaşında Tutsak ismiyle yayınlar. 17 yaşına geldiğinde ise kendinden on beş
yaş büyük Perviz Şâpûr’a aşık olur ve evlenir. Furûğ evlendikten sonra eğitimini
bırakmaz. Eğitimi ve evliliği birlikte yürütür. Kocası Perviz Şâpûr İran’ın
tanınmış isimlerindendir. Yazar ve aynı zamanda karikatüristtir. 1 yıl sonra
oğlu Kamyar’ı doğurur ve sonraki yılda boşanır. Tutucu toplumdan tepki alır. Boşandıktan
sonra oğlunun velayeti babaya verilir ve ve Perviz oğlunu Furûğ’a hayatı
boyunca göstermez. Furûğ 32yıl süren kısa hayatının sonuna dek oğlunun
özlemiyle yaşar. Oğlunun bir şair ya da yazar olmasını ister. Kamyâr İran’da
yaşıyor, hiç görmediği annesinin isteğini gerçekleştirmiş, ressam ve şair
olmuştur.
Furûğ, oğluna seslenir, tutsak adlı şiirinde;
seni istiyorum ve biliyorum ki
gönlümce kucaklayamayacağım
sen aydınlık ve el değmemiş gökyüzüsün
ben bu kafesin köşesinde bir kuşum, tutsağım.
seni istiyorum ve biliyorum ki
gönlümce kucaklayamayacağım
sen aydınlık ve el değmemiş gökyüzüsün
ben bu kafesin köşesinde bir kuşum, tutsağım.
(Çeviren; Makbule Aras)
İkinci
kitabı Duvar, 1956 yılında yayınlanır. 1957 yılında İsyan isimli
şiir kitabı yayınlanır. 22 yaşında yazar ve yönetmen İbrahim Gülistan'la
tanışıp sinemaya başlar ve oyunculuk, senaristlik, kameramanlık, yönetmen yardımcılığı,
dublaj, montaj gibi birçok alanda çalışır.Gülistan’la büyük bir aşk ilişkisi
yaşarlar, zaman zaman çekişmelerle de olsa arkadaşlıkları Furûğ’un ölümüne dek
sürer. Evli bir erkek olan Gülistan’la olan ilişkisini hiç saklamadan yaşayan
Furûğ toplumdan tepki alır. 1959’de film yapımı hakkında bilgilenmek için
İngiltere’ye gider. “Yeniden Doğuş” isimli kitabını tamamlar. 1962
yılında yaptığı bir belgesel filmi o yıl İtalya'da Belgesel Filmler
Festivali'nde birinciliği elde eder. Bir yıl sonra ise 'Kara Ev' filmi,
Almanya'da düzenlenen Ober Havzen Film Festivali'nde 'En iyi film Ödülü'nü
alır. Filmin çekimleri için gittiği Tebriz Cüzamlılar Evi'nde tanıdığı küçük
Hüseyin'i 1963’de evlat edinir. Aynı yıl Unesco, Furûğ hakkında bir belgesel
yapar. Ünlü yönetmen Bernardo Bertulucci İran’a gelerek Furûğ hakkında bir film
yapar. 1964 yılında şiirinde dönüm noktası sayılan “Yeniden
Doğuş” isimli kitabını yayınlar. Furûğ 30 yaşındayken kendi şiiri için “Nerelerde başarılı olduğumu
bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Çünkü geçebilmeliyim. Şiir akıntıdır,
gidiştir. Güzellik kabında sonsuza dek kalamaz. Başarılı olmak fikri insanı
aldatıyor. Gururlu ve durgun yapıyor. Ben yaşamak istiyorum ve yeni yeni şeyler
üretmek. Fakat ikinci meseleyi, yani nerelerde başarısız olduğumu biliyorum.
Ben daha çok içeriğe dikkat ediyorum.” diye yazar. Furûğ’a göre şiir,
kalbin dilidir. “Kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların bütün dallarına
asmak istiyorum.”der, kardeşine yazdığı bir mektupta Füruğ. Kalbi henüz 32
yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasında susmak zorunda kalır. Ama bıraktığı
şiirler, filmler onu ölümsüzleştirir. Kardeşine yazdığı mektuptaki gibi erken
bir ölümdür; “Korkuyorum, erken ölümden korkuyorum ve işlerimin yarım
kalmasından. Başka çarem yok şimdilik, ne yapabilirim? Dünyayı parçalayarak
içinden mutluluğu çıkarmak kolay mı?” Furûğ’un ölümsüzleşmesini sağlayan şiirlerinde
ölümle ilgili birçok dize vardır;
benim de ölümüm gelip çatacak
bir gün
bu acı, tatlı
günlerin birinde
diğer günler gibi
bomboş bir günde
bugünün ve geçip
giden günlerin gölgesinde
gözlerim karanlık hollere
dönecek
soğuk mermerlere
benzeyecek yanaklarım
ansızın bir uyku
alıp götürecek beni
acının
çığlığından boşanacağım.
(Çeviren; Makbule Aras)
Ölümü ile basımı ertelenen İnanalım Soğuk Mevsimin
Başlangıcına isimli şiir kitabı ise 1974'te yayınlanır.
“Bahçeye dikeceğim ellerimi/
Çiçekleneceğim,
biliyorum, biliyorum, biliyorum /Ve bembeyaz yumurtalarını bırakacak
kırlangıçlar/ Avuçlarımın
mürekkep lekeli çukurlarına” İran`ın
her köşesinden insanlar Furuğ`un mürekkep lekeli avuçlarından çıkan dizelerini
mezarının başında okumaya geliyorlardı. 35 senedir bıkmaksızın mumlar yakıyor,
çiçeklerle süslüyorlardı” diyor Furûğ’un mezarını ziyaret eden şair Bejan
Matur. İranlı şair Sohrab Sepehri ise Dost adlı şiirinde Furûğ’un
kişiliğini, ruhunu çok etkili bir yorumla dile getirir;
……….
Büyüktü
Ve bu günün insanıydı,
Ve tüm açık ufuklarla bağlantısı vardı.
Toprağın ve suyun dilini ne güzel anlıyordu,
Sesi
Gerçeğin hüzünlü ve dağınık biçimiydi.
Kirpikleri
Gerçeğin nabzını bize gösterdi
Elleri
Cömertliğin saf havasını sundu.
Ve Şefkati bize doğru yöneltti.
Kendisi de yalnızlıktı,
Ve aynada yorumladı aşkla dolu zaman eğimini.
Ve o yağmurun tekrarı gibi taze
Ve o ağaç gibi hep ışığın arkasında.
(Çeviren; Cavit Mukaddes)
Bütün
yaraları aşktan, rüzgârın evini arayan, yıldızlardan yükseğe çıkan, ellerini
bahçeye diken, sonsuzluk caddesinde ışıltılı kanatlarıyla hâlâ yol alan Furûğ’a,
şiir bahçesinde açan beyaz çiçekler gönderiyorum.
Alıntılar:
-Bir Başka Doğuş, Furûğ-i Ferruhzâd, Çeviren, Hatice
Gülcan Topkaya, 2002, Om Yayınevi.
-Yeryüzü Ayetleri, Furûğ, Çeviren, Makbule Aras, 2008,
Can Yayınları.
(Bu yazı, Sahafın Keçisi, 3. sayı, Kasım 2009 da yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder