Gizli Cennet, Emily Dickinson

GİZLİ CENNET, EMILY DICKINSON

Emily Elizabeth Dickinson 10 Aralık 1830 tarihinde Amerika'nın Massachusetts eyaletinin Amherst kasabasında doğar. Babası Edward Dickinson tanınmış bir avukatdır. Dedesi Amherst Akademisi ve Kolejinin kurucusudur. Emily Dickinson, Amherst Kolej'inde ve bir yıl da Mount Holyoke Kolej'inde okur. Okuldayken canlı, dışa dönük bir kızken yirmili yaşlarının ortasında dünyadan elini eteğini çekmeye başlar. Ev işleriyle uğraşmaya ve şiir yazmaya verir kendini. Hiç evlenmeden babasının evinde kendi çalışma odasında yaşar. Yirmi üç yaşındayken Washington'a babasını görmeye gider, dönüşte Philadelphia'da kırk yaşlarında evli bir vaiz ve şair olan Charles Wadsworth'le tanışır. Birbirlerini yalnızca üç kez görmelerine rağmen O'na bağlanır. Wadsworth birçok şiirinin esin kaynağı olur. 1861'de C.Wadsworth'ün California'ya gitmeye karar vermesinin ardından duyduğu yıkımla çok sayıda şiir yazar. Yaşadığı sürece yalnızca yedi şiirinin isimsiz olarak yayınlandığına tanıklık edebilir. Dickinson ailesinden, çevresinden bir çok insanın ölümüne (1874'te babası, 1882'de annesi sekiz yaşındaki yeğeni 1883'te, arkadaşlarından Samuel Bowles 1878’te, Josiah Holland 1881'de, Charles Wadsworth 1882'de, Otis Phillips Lord 1884'de, Helen Hunt Jackson 1885'de) tanık olur. Ve keder O'nu tekrar tekrar dinsel endişelerle yüzleştiririr. İlk dönem şiirlerinde ölümsüzlüğü araştırırken, son dönem şiirlerinde özellikle mektuplarında Tanrı'ya ilişkin duyguları ve Tanrı'yla konuşmaları artmaktadır. Ölmeden bir kaç yıl önce hem hipertansiyon hem de böbreğinde bir rahatsızlık ortaya çıkar. 15 Mayıs 1886'da öldükten sonra Kızkardeşi Lavinia O'nun odasında paketlenmiş yaklaşık 1776 şiir bulur. Emily Dickinson, yaşarken şiir yazdığını ailesinden saklamayı başarmış, cennetine kimseyi almamıştır. Yalnızca 1862'de eleştirmen Thomas Wentworth Digginson'a yazdığı mektupta dört şiirini gönderir. Ve böylece Higginson'la aralarında 22 yıl sürecek bir yazışma başlar. 26 Nisan 1822de Emily Dickinson'ın yazdığı mektupta kendisini ve ailesini şöyle anlatır; "Okuduğum kitapları soruyorsunuz. Şairlerden Keats ve Mr., Mrs. Browning, düzyazıda Mr. Ruskin, Sir Thomas Browne'nin kitapları var bende. Okula gittim ama sizin deyiminizle eğitimsizim. Küçük bir kızken Ölümsüzlüğü öğreten bir arkadaşım vardı; ama cesaret edip tehlikeye attı kendini, asla dönmedi O. Öğretmenim öldükten hemen sonraki bir kaç yıl tek arkadaşım sözlüğümdü... Arkadaşlarımı soruyorsunuz bana, Tepeler, bayım ve günbatımı ve babamın getirdiği benim kadar büyük bir köpek. Onlar insanlardan daha iyiler çünkü bilirler ama söylemezler; ve havuzdaki bir gürültü piyanomu gölgede bırakır. Bir erkek kardeşim ve bir kızkardeşim var; annem düşünme ile ilgilenmiyor ve babam bizim ne yaptığımızla değil kendi dava özetleriyle ilgileniyor. Bana birçok kitap alır ama onları okumamamı ister çünkü aklımı sarsacağından korkar. Onlar dindarlar, benim dışında ve "Baba" dedikleri bir ışık karartmasına yönelirler her sabah."Kızkardeşi Lavinia, Dickinson'ın öümünden dört yıl sonra Mabel Loomis Tod ve Higginson'la birlikte editörlüğünü yapıp şiirlerin ilk üç cildini yayınlar.


Emily Dickinson'ın şiirlerindeki doğa olgusu bazı ruhsal olguların sembolüdür. Doğadaki her görüntü aklın bir durumuna gönderme yapar. Öfkeli bir insan arslandır, kurnaz bir insan tilki, katı bir insan kayadır, bilgili kişi meşaledir. Aydınlık ve karanlık, bilgi ve cahilliğin, sıcaklık aşkın olağan bir anlatımıdır. Dickinson'ın düşgücü, ev halinden bahçe metaforlarına, coğrafya ve bilimsel gelişmelerden, edebi hatırlamalara (özellikle İncil, Shakespeare, Dickens ve Bronte) uzanır. Şiirleri doğa, tutku, aşk, tanrı, düşkırıklığı, ölüm, korku, ve sevincin uç noktada dışavurumudur. Dickinson şiirlerinde küçük bir kız, asilzade, deli kadın, gelin, ceset vb. birçok kimliğe bürünür. Dindar bir insan olmamasına rağmen Dickinson İncil'i inceler ve pek çok şiirinde dinsel ögeleri de kullanır ama bu şiirlerin dinsellikten çok mistisizm ve felsefeyle bütünleşik olduklarını düşünüyorum. Emily Dickinson 'ın şiirlerinden yola çıkarak O'nun yalnız ve mutsuz bir kadın olduğunu düşünmüyorum. Çiçekler, bobolink kuşu, fundabülbülü, çiğ, yılan, güneş, günbatımı, arı, kelebek, tepeler, rüzgar, deniz vb.saymakla bitmeyecek doğal arkadaşları varken... Çoğunluğu tek bir imge ya da sembole dayalı, otuz dizeyi geçmeyen kısa şiirler yazmıştır. Her şair gibi duygusal patlamalar, inişler çıkışlar yaşamış, bunları çok etkileyici imgelerle dışavurmuştur. Higginson'a yazdığı bir mektupta şiir hakkında şunları yazar; "Bir kitabı okuduğumda tüm bedenim hiç bir ateşin ısıtamayacağı kadar soğuk hale geliyorsa onun Şiir olduğunu bilirim. Fiziksel olarak başımı havalandırırsa onun Şiir olduğunu bilirim. Bunlar benim bildiğim yöntemler. Başka bir yöntem var mı?" Emily Dickinson, bir mucize gerçekleştirir. Ölmeden ölümü yaşar, yaşamadığı birçok şeyi yaşamış gibi düşünür, istediği an gün-düşü görür. Sanıldığı gibi kendini çalışma odasına hapsetmemiş, bedeni ruhunu hep özgür bırakmıştır. Dizelerinde söylediği gibi;

Ölmek - Ölmeden
Ve Yaşamak – Yaşamadan
Bu en güç Mucize
İnanca önerilen.


1776 şiirden seçim yapmak zor olsa da beni etkileyen şiirleri çevirmeye çalıştım. Dizelerinde sıklıkla kullandığı kesme (-) işaretlerini ve bazı sözcüklerin başındaki büyük harfleri aynen kullanmaya çalıştım. Sonsuza dek yaşamasını sağlayacak bu şiirleri yazan, Gizli Cennetinin kapılarını bizim için aralık bırakan bu insanüstü kadın Emily Dickinson'a en derin saygıyla... Şiirlerini çevirirken yanlış anladığım şeyler varsa da beni bağışlayacağını biliyorum.

Dilek Değerli
Kasım 2006, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder