ÇÖLDE AÇAN GÖL
Dilek Değerli

Sözünüz dikenli, aklınız yırtıcıydı çok
tek gözü açık uyuyan bir balıktı endişe
ipini çekince inen kuklanız olmaktansa
çölde şiir gezdiren kertenkele oldum
su, bütün imgelerin içine işliyordu.

Yoldu her yeri çölün
ya da yolu yoktu hiç
sızmış bir balıktı huzur
dudaklarım dökülse de pul pul
dilim keskinleşiyordu girdiğimde bir yılan gömleğine
saçılmış iğnelerin üstünde uyuyor sanılan
çok başlı bir kara kuğuydu imge.

Bazen yumuşak bakışlı bir dize örtüyordum kaktüse
bazen de dikenler çiziyordu
unuttuğum şiddetinizin panterini derime.
Mezar kazıcısı yorulunca çukura yatar
bulutları çerçevelermiş
başımda zeplinler döndüren bellek
sarı sıcak döşeğe uzanınca geceleyin
yedi boğumlu bir metafora gebe
uğultulu ve hayaletli bir bahçe baksındı göktavanından
ya da buz sarkıtlarla renkli sarmal ışıklar.

Suyun sızmadığı bir serap görüyorken
oyuldu kumlar içine
şiir gözü açıldı sanki göğün; çölde göl
bilirdim çuhayla ipeği öpüştürmeye çalışan cesur bir terziydi şair
bense gölün kıyısında bekleyendim
dizeler öpsün diye.

(Kozadan Karadeliğe'den)

Mayın


 
Dilek Değerli

Martılar bacalardan bakar
şehrin kara falına
ölüm bakışlı hayatın
dilinde zebani ateşler
göğsünde suç oyukları.
Zaman, kalın dudaklı bir kitapta
düğümlenmiş bir sözcük belki de.

Kendi dağına çıkamayan
dolunay yolcusu
çığlığını çarpıştırır
harabeler arasında
yankılandıkça çığlık
düşer kalp küfündeki
düş emici asalaklar.
Makas kesmez
kırmızıya düşenin kefenini.                             

Ağzı bir gelincik gibi dağılırken
tutku mayınında
liflerine ayrılıyor hayat
uçuşan sayfaların altında.
Kurdunu öldürüyor elma.                              

(Rüzgar Kuyusu'ndan)


ANI KÜLLERİNDE TURUNCU KANGURULAR
Dilek Değerli

İpeği düşmüş bakışlar, alev tahtakuruları
elma içinde demlenen iksirler
uzun namlulu gözlemler ve daha neler
başımdaki bit pazarında
istifleme zamanıdır anılarla rüyaları
anmalık ve unutmalık diye.

Gözlerim sincap, kalbim kırk kilit
başımdaki çanlar çarptıkça birbirlerine
açılıyor dil kapısı
bükülen sözcükler, paslı duygular
kendini tutuşturan resimler sinemasında
durağan kalabilir miydi aklın çok başlı kartalı
sır boncukları düşüyor ağzımdan odaya
karışıyor anlam ormanın saçlarına
ağlar mı akrep acıyan yerlerini kesip giderken.

Vicdan, yosunlu basamaklarda kaygan
gece, şeytan maskeli bir korkuluk
duruyor anı yakma ayininde
kuşlarda beton sessizliği
bileklerimi uykuda yalayan
kedi kılığındaki rüzgâr
 Suyu özgür bırakmalıyız* diyor
havlayan gerçeğin ağzına ot tıkarak.

Ağırbaşlı bir renkti diyecekler geçerken dünyadan
oysa cebimde hep turuncu kangurular
yazdan kalma bir tahta sandalye
kök salmış parkeye, kağıt açıyor sabaha
titrek parmaklarım yazıyor;
yorgunluğu devirelim denize
sonra ip atlayalım suyun üstünde.

(Kozadan Karadeliğe'den)


*Tony Gatlif’in ‘Korkora’(Özgürlük) adlı filminden.

Rüzgârlı Kadınlar


Güneşten saklanan odada
kağıt mağarama çizerken
düş  meltemiyle yüzen adayı
Sylvia bir kaplan suretinde atlar
çakıl taşıyla dolu fanusun üstüne
cam kırıkları birleşip süte dönüşür
boz bulanık perdede iki küçük ağız
iki pembe Şubat balığı uyanır.

Yürürüm bazen de kayarım
şeytan örümceğinin ip yollarında
bulut bahçesinin papağanlarıyla Frida
Furûğ’un ellerini boyar
şiirin sekizinci rengiyle.

Bir kasırganın yelesinde girerim                      
çamurdan bir odaya
masada Camille’in heykel kalbi
camdan bir yaprak şeklinde
üstünde ateş dikeni
yıkmaya gideriz Rodin müzesini.

Düşerim hep suya hep
yapışırım deniz altı rüzgârına
deniz fenerini geçerken
iner suya Virginia
bir taş verir cebinden üçgen
üstünde kazınmış kara bir cümle
kaybolurum taş dilinde.

Dilek Değerli

Gelgit


Yapraklar silkelenir bellekte
çökünce sis, kimsesizlik göğüne.
Tavandaki kanca bakar çocuğa
kancaya asılan kulağı
uzadıkça uzar, uzar yıllarla.

Kuşlar suskun
ormanın kesik boynunda
aynasını yitirmiş yabani tanrının
gözyaşları akar saçlarına.
Yeryüzünün dibinde unutulan ateş
yürür ölünün oyuklarına.                    

İnceden kanasa da ömür kendine
çardak, leylak ve toprak
güneşte kedi uykusu,
şarkısını bulan karınca                       
tırmanır asırlık çınara
bakışı aşktan köz.

Şarkısını yitirme korkusu
yutsa da bazen dudaklarını
kanı yasemin kokar,
dört yapraklı kalbi
uzun koridorlu bir trende gelgit.

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)

Kırık Ayna


                                             Zihinsel engelli çocuklar ve annelerine…

Denizime konan kuşlar kadar bembeyaz,
doludizgin koşan bir düş cesaretiyle doğdun,
hayat merdiveninden düşerek, oğul.
Korku bilmez melekler gezegeniydi gözlerin,
bu yerçekimsiz mermer yolun başında
gökyüzü söküldü bulutlarından                               
dünyayı fırlattım uzayın dışına                         
çizildi içimin sırları.
Çığlıklarla yırtarken sen hayatı                           
delik deşik ediyordu kalp duvarımı                       
sokaktaki yaydan fırlamış bakışlar.                         
                                                                              
Bir volkanın ağzına düşüp her gece
çaresizliği yakıyorum kan revan.
Bazen ağaç oluyorum turkuvaz bir gölde
bazen de senin ağlarını toplayan bir karayel.
Taş taşa dayanmış oturur
kanımdaki sızlayan ırmakta
hep girdap, hep devedikeni…
Şarkılar sana da iğreti geliyor mu?

İçime sığdıramadıklarımı
kanasam kana kana
bir karkuşunun dağında ya da
dev bir şeytan minaresinde
o zaman bıçak suyu keser yalnızca.
Birleşir mi kırılan ayna?
Yok olur mu taşlar aşına aşına?
Aldırma Pamuk Prens, sen gezin bulutunda
taşıyacağım düşürdüğün kanatları.

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)                                      

Karda Ölüm Müziği


 
                 Eski bahçeyi sever ölülerin sessizliği
                                                Georg Trakl
 
Bir üçgenin ortasında
hicaz bir şarkının mihenk aşkına
yaslanıp durur uzun bir ‘an’,
paslanmış trenler çarpar göz duvarına
baykuşlar uzun dürbün bakışlarla
iz sürerler bilinmeyen bir yolda.               
                                                  
Toprağın silkelenişi,
sokakların dağ oluşu
kaldırımlarda yatan parmaklar…           
Gecenin kalbi çöker suya
cinsiyet değiştirir orfozlar
vurulmuş rüzgâr kendini savurur
denizden dağa, dağdan denize
dallarını gövdesine dolayıp
kıvrılır içine ağaç, kirpi korkusunda.
 
Cazın zenci gırtlağında
denizin derin çarşafı yarılırken
bir uzun hava yanar karlı ovalarda
çığlığı derin bir suya kilitli.
Aynaları kırık yüzler notalarla kaçar
hayat kafesinden kışın kefenine
kuşlarının ardından uçar ağaç.           

Dilek Değerli
( Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)
 

Bahçeye Çıkış

                            
                               Biz gerçeği bahçede bulduk.
                                                           Furûğ

                    
Birleştirince kırık parçalarını kabuğumun
kendi yüzüme döndüm,
delik deşik kadavra oldu anılar.
Mahkeme çıkmazıydı
doğduğum sokağın adı,
bir buluta saklanır gibi
girerdim masa damlı evime.
Gençliğin dört yapraklı odasında
biriktirdiğim düş çıralarıydı
tutuşturan asi rüzgârlarımı.
 
Bir kaplumbağa büyüttüm
kabuğumun altında esmer
ateş fanusu düşse de zindanımdan   
kendi ateşimde yürüdüm
o cehennem bakışlı şehrin
vişne çürüğü dudağını öpmeden.
Korkuyu söndürdüm damarlarımda,
kokmuyor artık kokarca.

Kırdım saatleri sonunda
çıkardım kaplumbağayı
otların kadife sessizliğine
parmaklarım arsız nane kokusu
ateş böceği yağmuru başımda
girdiğim şiirden munis bir bahçe.      
 
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)

Beyaz Kırılınca

           
Susar fısıltılar,
bıçak kadar parlak
köpürür deniz, geceye
bir kapı yüzer nefes nefese
renklerin dansından doğar beyaz
 
Gölgeleri deler kedi gözü
kum saatini devirir rüzgâr
beyaz kırılınca siyahta
boynunu eğer dalga
kapanır içine şarkı
bir sarhoş histir
dalganın içinde kalan.
 
Boynu bir ılık nefes bekler
içinde artan yükün taşında,
ruhu Van Gogh’un renklerinde yangın
aklı cam kırıklarında cinnet.
 
Taşıyamaz hiçbir damar                        
acının siyah çığlığını
patlar dümdüz bir suya,
kadının gözünden akan; deniz
içinde çoğalan yine deniz,
kapısına uzanıp
sıcak renkler doğurur vadilerce.
 
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)


   


 
                 

Yorgun Gemi


Açıldı içeriye pencere
siyah bir kuğuydu gece,
gözlerindeki suskunluğu
susturdu hüzün yorgunu,
düşe yazan örümcek ağını bozdu.

Ağlıyordu kayıp zamanlar
pencerenin dışında.

Gözlerinin içine çekip geceyi
açıldı gemi kelebek denizine,
kanayan köklerini kesen kaktüs gibi
döktü cinnetini ormanın üstüne.
                        
Ayrı ayrı gidiyordu
hayatın ipleri sudan yolda
ıslandıkça içine kıvrılan
bir gölgeydi soğuk yara.
                   
Zamanın çivili dilinde
gemi artık yalnızca durmak
durup dalgayı yormak,
kayadan yontulmuş
bir şiir olmak istiyor.

Dilek Değerli
Şiirsaati 13.sayı
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)

Aşkyüzü


Kapı açılır içeriye
uyurken bile
uyanıklık içerdekinin örtüsü.

Kalbin koridorlarında dizili
taşlaşmış düş cesetleri
yankılanıyor döşemede kanat sesleri

Dışarıdaki zehirli çıngıraklardır
kapıyı kapattıran,
oda taşır aşkyüzünü yastığa
hayâlsuyuna dalmaya.

Boyalar dökülür tavandan
hercailer akar üstümüze
biraz sarı biraz mor.

Duvarlar, pencere açar aşkyüzünde
alır gölgelerini kalbin
durgun ışığın kıyılarına.

Kenarlarını çoğaltır oda
şekil değiştirir sabaha dek
aşk rengine boyar duvarları
soldaki şarabi, sağdaki kurşuni.

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)

Yazmak

                                 Furûğ’a

Puhu kuşu bakıyor
gitgide yaklaşan gök tavanından
dille bilenmiş, gözü kapalı
kendini kesen bir bıçak
şiiri kesiyor mavisinden

Fışkıran sarmaşık,
çatlayan duvar,
peçesini atan gece
geliyorlar kurarak
sözcük iskelelerini.

Boyun eğmiyor şiir kaleme,
nehrin sesine koşuyor
beyazı kırık papatyalar,
ruhun dikenleri batıyor
kıvranan ateşe.

Damarlarımdaki yeşil ıslık
susturuyor anlamın çalgısını
sözcükleri boşaltıyor ağzından kuş
el yazıyor da yazıyor
bahçede büyüyen Fûruğ’un ellerine.

Dilek Değerli
Eliz Edebiyat, Kasım 2011, sayı 35
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)


Rüzgârgülü Kırıldı


Kapı yorgun,
kuyu boş,
magmada yara,
tetikte rüzgârgülü.
Bir tutam söz kırığı,
birkaç suskun kabuk
konuldu çekmeceye
çözüldü tutku sessizce
aktı merdivenden
kasları ayda uçuşan
beyaz bir akşam kuşu gibi.
Perde indi gözlerine aşkın,
kanatları topladı rüzgâr.
Gecenin dili kesik
hayatın kolları kırık
duramazdı fırtına kuşu
bahçenin ıslak kalbinde.                                          
Karabasan, gecenin üstünde
yalnızlığın tozunu alan
tüylü birkelebek.                                                                          
Üşüştü kurtlar kabuğa
delikdeşik ağaç
dayadı sırtını rüzgâra.
Rüzgârgülü kırılırken
yediveren açıyordu son gülünü                                           
kabuğunu soydu ağaç
ve ikiye ayrıldı
kurtlar aktı saçından köklerine.

Kar kokan bir esmerlikte
uykuya daldı, kırlara uzanan anılar.
Kabuğunu yaktı kaplumbağa.

Dilek Değerli
Şiirsaati, Ocak, Şubat, Mart 2011
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)





                                                                     



Ateş ve Su


İstiridyeyi evren sayan
inci kadar bakirdir
dehlizinde uyuyan yangın,             
pörsütülen hayata sürgün,
kendine seferber
atlıkarınca dönüşünde.
Aşkın neon ışıkları delince
içindeki taşocağını
hüzün yıldırımı yarınca bulutları                              
zırhından çıkar
kaya suretindeki sabır.
Ama hayat duvarında kilitli
ölümün çıplaklığı.
Kenarlarını göremediğimiz
üstümüzdeki örtü mü zaman?

Şiirin dilinde tüy bitmişse
aşkın külleri de üşümüşse,
kırmızı bile secde ediyorsa
suyun karşısında,
duvardan çıkar da ölüm
giyiniverir solan kalbin kanını
geride ne hayat ne aşk.
Bilinmez bir mevsimin
uğultulu, sınırsız ve
alacakaranlık bahçesinde
upuzun uçuk mavi bir uzanış,
sessiz bir zamansızlık,
çiçekte kadife,
toprakta bulut,
uzayda beyaz bir iz.

24.3.2010
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)



Değişim


Siste kaybolur ay,
geceyi yutar sis,
sallanır gökyüzü
kentlerin böğürtüsünde
küldür artık denizin kumu.
Boyaları kuruyan acının resmi
duvarına asılır kalbimin,
küf kokusu gelir bazen
acının koltukaltından.
Resmin tozlarını uçurur zaman
durgun bir gölün turkuvazına.
Evsiz barksız bir sokak köpeği,
hırpani artık tutku, kaldırımlarda.

İçimdeki konuşan kuş,
şeytan avcısı,
korku kapısını bekleyen yılan
yeni bir sokak açarlar
kuzey yıldızının karanlığında
yıkanır acı, uzayan boyunların
kuğulaşan ay kuyusunda.
Kollarını koparır örümcek
gene de yok olmaz küf yeşili
yapışır içimdeki yosuna,
ruhun ipek tüylerine
yüzsüzce ve sırsız.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği'nden)

                                          



Hiçlik


Morarınca beyindeki avlu                                                         
öldürünce kalp, çiçeğini                                           
hiç kimse olmalı insan
bedensiz, dilsiz, evsiz.
Yaprağın damarlarında su olurum
bulutun koynunda pamuk
ağacın toprağa düşen gölgesi.
Zamanın kanatlarını keserim
dehşetin en masum eliyle.
Uykuyu zehirlerim sessizce
bir düş katili gibi.
Eritirim vampir anıları
kızgınlığın çöl güneşiyle.
Hiçin merdivenleri yükselir
noktayım, tozum, köpüğüm
sese dokunurum susar,
kokuyu çağırırım,
gelir yapışır her zerreme.
Zaman dayanamaz durmaya
takma kanatlarını takar uçar.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği’nden)
       
                          


Bulut Dağa Konunca


Kuğuların göl vaktinde
süzüldü inceden bir beyazlık
piyanonun tuşlarından.
Sabahın tutuşan ışıklarında
ılık dumansı bir sallantı
ve bir ateş dökme mevsimi.
Rengârenk taylar düşüyordu
üstüme, tavandaki resimden.

Buluta konamayan rüzgar
vazgeçti esmekten
beyaz tuşlar buldu
şehrin tavan arasında, aldı solu
bıraktı kalbimin üstüne
diyeze çalıp karardı beyaz sol,
tavandan düşemeyen
ıslak gözlü yaralı tay gibi.

Bulut dağa konunca akşam sonu
yandı müziğin ışığı
gölün derinliklerinde,
gördüm kuğuda, renklerin hepsini.
Düştü sonunda kara tay odama
esmeye başladı rüzgar                              
içimdeki sonbahar kırılganlığında.
Nabzı durmuştu sanki zamanın,
baharın deliren kokusuyla
yıkıldı hüznün taş duvarı.
İçime girince gökyüzü                    
kelebeklendi solgun pencerem.                

Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)
http://www.siirakademisi.com/index.php?/site/haber_detay/315

Gece Kelebeği Mezarlığı


Özlem, kokuya
deniz, göle dönüşür,
gece kelebekleri mezarlığı yatar
güneşin arka bahçesinde.
Onca akrep akın ederken
bulut çağlayan kalbine,
cesetler akar kan revan
gözbebeklerinin bıçağından.
Kabuklarını sıyırmadan önce
suskun rüzgârın kollarında
giyinir ay ışığı kefenini.
Bir ateş yakar yapraklarından
ziftli yaranın kanını içer gibi
içer gecenin özsuyunu
onu öldüreceğini bile bile
içer azgın geceyi.

İpleri kesik artık uçurtmaların
insan yiyen otlar çıkar
göldeki sandalından.
Ruhu rüzgârın ıslığında bir ney
kalbi ise soluk bir kan-taşı olur.
Balıklar uyanır kırmızıyla
çanların yorulduğu
dağdaki mezarında.
Ağaçlar bir çingene ateşi yakar
ruhunun lacivert şarkısında.
Boğanın sırtındaki Kızılderili
özlem ateşini içe içe
geçer kırmızının yangınından.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği'nden)


Oda


Duvarlarını yıkar oda,
maviyi çalan bir keman eşliğinde.
Deniz yıldızıdır artık solgun ruhu
yeniden açar ağır, tozlu camlarını.
Kırık dökük eşyaları verir sokak kedilerine.
Kapısı bir sal olur denizde,
ürkünç yara seslerini taşıyan
ve kayalarda parçalanan.
Saklanmanın asılmış cesetleri, perdeler
şimdi ıssız bir yolda bekler parçalanmayı.
Odadan kalan yalnızca koku,
ruhun evine sinen kan ve tarçın kokusu.

Dilek Değerli
(Gece Kelebeği'nden)



Aşka Uçan


İçimdeki karabatak dalınca
yalnızlığın akşamına
açıldı hüznün rüzgârlı kapısı.
Uzun koridorlardan geçen
çığlıkların iniltisi saklıydı
saçlarımdan asılı başımda.
Dizildi tozdan sözcükler
kalbin küflü basamaklarına,
kanadı şiirin sızlayan taşı
sönmüş yıldız akvaryumunda.
Sözcük kasırgasında
tutulmuş bir ay olup
sığındım gölgesiz bozkıra.
Şeytan kancalarına karşı
ateşten korkuluklar yaptım,
yıldızları indirdim otlara.
İşte o zaman çıkageldi avluma
ılık bir yağmur dudak,
değdi, kurumuş yaraların kabuğuna,
aktı bir güneş nehir, içimdeki kuyuya,
bastım külüme bahar toprağını
karanlığından çıktı karabatak
koştu, koştu otların rüzgârıyla
yıldızlara basa basa.
Salıverdim ıslak şiir ipini aşka

Geziniyor şimdi uçurtma,
gökkuşağının kelebek patikasında
gözlerinde ipek parıltısı,
püsküllerinde sarhoş yıldızlar.

21.02.2009
Dilek Değerli
(Yorgun Ruhlar Korosu'ndan)